Erol İmralı'daki son görüşmeyi anlattı: Süreç ikinci aşamaya evrilmeli, 'ara dönem yasaları' çıkarılmalı

ANKARA - İmralı'daki son görüşmeyi anlatan Faik Özgür Erol, sürecin başarısı için ikinci aşamaya geçilmesi gerektiğini vurguladı. Erol, "bir topluluğun haklarıyla sisteme katılımı" olarak nitelendirdiği demokratik entegrasyon için de ara dönem yasalarına ihtiyaç olduğunu söyledi.

 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti, uzun bir sürenin ardından 28 Ağustos'ta İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüştü. Üç saat devam eden görüşmeye dair yapılan açıklamada, Öcalan'ın "Demokratik toplum, barış ve entegrasyonun, bu sürecin üç kilit kavramı olduğunu" söylediği belirtildi. Ayrıca Öcalan'ın "Yaşadığımız sorunun özel bir cerrahi müdahaleyi gerektirecek derecede kangren olduğunu, süreci bu hassasiyetle yürüterek bugüne getirdik" dediği kamuoyuyla paylaşıldı.
 
İmralı Heyeti'nde yer alan isimlerden birisi olan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Faik Özgür Erol, son görüşmede gündeme gelen başlıklar ile Barış ve Demokratik Toplum Süreci'nde yaşanan gelişmelere dair Mezopotamya Ajansı'na (MA) konuştu.
 
 Yaklaşık 1 ay sonra yeniden İmralı'ya giderek, Abdullah Öcalan ile görüştünüz. Öcalan'ın sağlık durumu ve morali nasıldı?
 
Oldukça moralli, sağlığı da gayet iyiydi. Bu sürecin başından bu yana hep diri, canlı ve enerjikti. Süreçle birlikte bu durum giderek daha da yükseldi.
 
 Sürecin tıkandığına dair iddiaların gündemde olduğu bir dönemde görüşme gerçekleştirdiniz. Bazı kesimler görüşmenin gecikmesini de bu tıkanma iddiasına bağladı. Öcalan'ın yaşanan gecikmeye dair bir değerlendirmesi oldu mu?
 
Görüşme aralığına ilişkin spesifik özel bir değerlendirmesi olmadı, fakat bunun için bir değerlendirme yapmaya da gerek yok. Bu tip süreçlerde böyle bazı duraksamalar, bu tip şeyler olabilir. Buradaki asıl mesele, Sayın Öcalan'ın pozisyonu, konumu ve o konum itibariyle sürecin birinci dereceden yürütücüsü olmasıdır. Düzenli bir erişime, düzenli bir çalışma ve iletişim koşullarına, iletişim olanaklarına sahip olması gereksinimidir. Şimdi bir aylık bir görüşmeme hali, bunun halen oturmadığını ve burada hala bir sorun olduğunu bize gösterdi. Zaten bunun üzerine diyaloglarımız, sohbetlerimiz de oldu. Önümüzdeki dönem itibariyle hem aile görüşü, hem avukat görüşü, hem DEM Parti heyet görüşmeleri üzerinden bu görüşme trafiğinin biraz daha artacağını, artması gerektiğini düşünüyorum.
 
 İmralı'da tecridin devam ettiğine dair eleştiriler de var. Ara ara yapılan bu görüşmelerle tecridin kalktığını söyleyebilir miyiz?
 
Görüşme ve iletişim olanaklarının düzenli ve sistematik bir hale gelmesi gerekir. Hiçbir görüşme olmuyor diyemeyiz. Kuşkusuz görüşmeler oluyor. Bir iletişim hali var. Ancak sürecin yürütücüsü olma gibi ciddi bir pozisyondayken böylesi mesafeler ve sınırlamalar çok gerçekçi değil. Orada haftada en az birkaç görüşmenin düzenli olması gerekiyor.
 
 
 Öcalan’ın önerisi üzerine Meclis'te bir komisyon kuruldu. 28 Ağustos'taki görüşme de komisyon çalışmalarına başladıktan sonraki ilk görüşme oldu. Öcalan kurulan komisyon çalışmalarını nasıl değerlendiriyor?
 
 Abdullah Öcalan komisyonu oldukça önemsiyor. Komisyonun sürecin toplumsal zeminini oluşturma, ara ya da geçiş dönemi yasalarına ilişkin fikrini ortaya koyma misyonları var.
 
Komisyon çalışması Sayın Öcalan'ın çok önemsediği bir çalışma. Bizzat önerdiği ve ön plana çıkardığı bir husustur. Bu yüzden komisyonu oldukça önemsiyor.  Barış ve Demokratik Toplum Süreci'ni yürüten taraflarla birlikte, bu sürecin Meclis ve siyaset ayağının ortaya çıkması gerekiyordu. Bu sürecin arkasında duracak olan siyasi iradenin ortaya çıkması gerekiyordu. Meclis bu iradeyi gösterdi. Komisyonun kurulması bu açıdan önemlidir. Meclis'teki komisyona katılan siyasi partilerin Türkiye'deki ağırlıklı siyasi eğilimleri temsil ediyor olması da son derece ciddi bir kazanımdır. Komisyonun hem bu sürecin toplumsal zeminini oluşturma hem de ara dönem ya da geçiş dönemi yasalarına ilişkin fikrini ortaya koyma yönüyle iki temel misyonu vardır. Sayın Öcalan'ın da esasen komisyonu değerlendirme biçimi bu minvaldedir.
 
 Komisyonun yasal bir çerçevede kurulmaması görüşmede konuşuldu mu?
 
Evet, konuşuldu. Fakat Türkiye’de esas olan her zaman karardır, siyasi iradedir. Türkiye hukuk pratiğinde çok iyi biliyoruz ki, eğer siyasi irade ve karar aksi yönde işliyorsa, yasaların ve hatta bazen anayasa maddelerinin bile bir hükmü olmuyor. Dolayısıyla elbette komisyonun yasal bir güvenceye dayanarak kurulması tercih edilen bir durum olabilirdi. Ancak bundan sonrası için böyle bir engel yok. Önemli olan, komisyonun işlevli ve verimli bir biçimde çalışması. Komisyon kendi adına bir yasa önerisi sunmak isterse de bunun önünde bir engel yok yani.
 
 Komisyonun halen sürecin başmüzakerecisi olan Öcalan ile görüşmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Öcalan'ın bu konuda bir yorumu oldu mu? 
 
Bu bir talep, bu bir istem değil. Bu bir gereklilik. Komisyon öncelikle güvenlik kurumlarını, istihbarat kurumlarını dinleyerek çalışmaya başladı. Bunlar bu süreçte, özellikle barış süreci diye tabir edebileceğimiz kısım için bir taraf. Sonrasında Meclis'te daha önce başkanlık yapmış kesimleri dinledi, devamında STK'leri dinlemeye başladı. Bu devletin güvenlik aygıtlarını ve onların bu sürece yaklaşımını dinledikten hemen sonra esasen dinlenmesi gereken kişi Sayın Öcalan’dı. Bunun herhangi bir talebe ya da isteme bağlanmaması gerekir. Bu bir gereklilikti. Esasen bu sürecin başından beri, neredeyse Aralık ayından bu yana, yani bu 10 aylık sürecin kurucusu ve yürütücüsü esasen Sayın Öcalan’dır. 27 Şubat açıklamasını hazırlayıp kamuoyuna sunan Sayın Öcalan değil miydi? PKK'nin kongre yapmasını ve kendini fes etmesini, silahlı mücadelenin artık bir seçenek olmaktan çıkarılmasını talep eden, bunun kararını veren Sayın Öcalan değil miydi? Süleymaniye’de gerçekleşen törenden önce bizzat görüntülü bir çağrıyla bunun gerçekleşmesini talep eden Sayın Öcalan değil miydi? Bütün bunlar, sözüyle ve onun iradesiyle oldu.
 
 Komisyonun Öcalan ile görüşmesi bir talep değil, gerekliliktir. “Kuşun diğer kanadının oluşması için gerçekleşmesi gerekenlerden biri de komisyonun Sayın Öcalan’la görüşmesidir.
 
Siyasetçiler bu olguları reddedemezler, etmemeleri gerekir. Siyasetçilerin olgularla barışık olması gerekir. Bu sürecin temel olgusu bu anlattığımızdır. Bütün bu anlattıklarımızdan ortaya çıkan sonuç şudur ki Sayın Öcalan bu sürecin baş aktörüdür. Hatta bunu kimi çevreler "kurucu önder" olarak tabir ediyor. Bu "kurucu önder" meselesini sadece PKK'nin kurucu önderliği olarak değerlendirmeyelim. Aynı zamanda bu sürecin de kurucu önderi olduğunu söylemekte bir mahsur yoktur. Dolayısıyla Sayın Öcalan'ın sürecin kurucu mimarı olduğunu, bir başka tabirle "kuşun bir kanadını oluşturduğunu" teslim edersek, kuşun diğer kanadının oluşturulması için gerçekleşmesi gerekenlerden birisi de tabii ki komisyonun Sayın Öcalan'la görüşülmesidir.
 
 Öcalan, son görüşmede "Yaşadığımız sorunun özel bir cerrahi müdahaleyi gerektirecek derecede kangren olduğunu" söylediği belirtildi. Bu meseleyi kangrenleştiren noktalar neler, bu durum görüşmede detaylandırıldı mı?
 
Sayın Öcalan'ın Kürt sorununun doğası üzerine çok kapsamlı çözümlemeleri var. Kürt sorununun gelmiş olduğu aşama, Kürtlerin 60 milyona yaklaşan nüfusunun kapladığı siyasi ve sosyal alan, bunun ortaya çıkardığı jeopolitik ve jeostratejik durumlar, Ortadoğu'nun mevcut gerçekliğinde bunun neye tekabül ettiği üzerine kapsamlı çözümlemeleri var. Aynı zamanda Kürtlerin Türkler ile ilişkilerini ve çelişkilerini tarihsel olarak çözümleyerek geliyor. Bir tarihsel sosyoloji yaparak bugüne geliyor. Dolayısıyla bütün bunlardan yola çıkarak bu sorunun ne kadar kangrenleşen bir sorun haline geldiğini, özellikle son 100-150 yıl içerisinde ne hale geldiğine işaret ediyor. Eğer doğru bir yöntemle ya da doğru bir cerrahi müdahaleyle yaklaşılmazsa bunun bütün bedenin iflasına yol açabilecek bir sorun niteliğinde olduğunu anlatmaya çalışıyor. 'Burada kangrenleşen bir sorun var ve biz buna çok özel cerrahi müdahalelerde bulunuyoruz'  diyor. Sorunun gerçekliği bu.
 
Eğer Kürt sorununun doğasını doğru anlamazsanız, Kürt sorununun Ortadoğu'da güvenlik sisteminde kapladığı alanı, yaratabileceği sorunları ve üretebileceği sıkıntıları doğru anlayamazsınız. Bu, artık beraberinde bütün bölgeyi tetikleyebilecek çok ciddi sorunlara yol açabilir. "Bizim Kürt dinamizmini ve Kürt siyasallaşmasını bütün bölge halklarının bir arada yaşama kültürü üzerine, bütün bölge halklarının da kazanabileceği bir şeye dönüştürme iddiamız var" diyor. Bunu bu şekilde geliştiriyor. Tabii kangrenleşebilecek olan bu sorunun özel cerrahı da Sayın Öcalan.
 
İran'dan Irak'a, Federe Kürdistan Bölgesine, Kuzey Suriye'ye, Türkiye'deki Kürtlere, Avrupa'daki Kürtlere ve dünyanın her yerindeki Kürtlere hepsini birden düşünelim; Hepsine birden hitap edebilecek, tümüyle ortak noktalarda müzakere edebilecek, birlikte bazı fikirleri geliştirebilecek ikinci bir aktör var mı? Tabii ki bu, aynı zamanda Sayın Öcalan'ın ideolojik yaklaşımının, politik yaklaşımının mümkün olduğunca kapsayıcı olmasıyla ilgili bir şey. Öyle dar, fanatik herhangi bir tutum geliştirmemesiyle de ilgili bir şey. Bu olgusal bir gerçekliğe tekabül eder. Teslim edilmesi gereken olgusal bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin reddedilmemesi gerekir.
 
 Öcalan'ın görüşmede "demokratik toplum, barış ve entegrasyon, bu sürecin üç kilit kavramıdır" dediği belirtildi. Bu 3 kavram neden "kilit" özelliği taşıyor?
 
Evet, bu üç  kavramı zikretti. "Bu üç  kavramla süreci başarıya götürmeye mücehhezim" dedi. Aynen böyle bir cümle kurdu. Bunu şöyle düşünmemiz gerekir; Sürecin adı 27 Şubat’tan bu yana Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı olarak Sayın Öcalan tarafından ifade edilmişti. Sürecin iki boyutu var. Bir, barış süreci. Barış sürecini kendi içinde çatışmanın sonlandırılması ve çatışmanın sonlandırılmasının güvenceye kavuşturulması olarak düşünebiliriz. Bu iki boyutu barındırıyor. Bugüne kadar yaklaşık 10 aylık süreç, ağırlıklı olarak barış boyutunun ön planda olduğu bir süreç olarak gelişti. Bu, ağırlıklı olarak Sayın Öcalan’ın büyük oranda tek taraflı ve iyi niyetli adımlarıyla örülen bir süreç oldu. Tabii ki bu irade aynı zamanda siyaset, hukuk ve siyaset gerekliliklerini de talep eden, bunu da ortaya koyan bir iradeydi. Şimdi sürecin 10 aylık aşaması buraya kadar bu şekilde geldi. Fakat bugünden sonra artık aynı aşamada ya da aynı yöntemlerle, aynı tek taraflılıkla idare etme, devam etme koşulları yok. Bu şekilde devamda ısrar etmek süreç açısından hatalara ve başarısızlıklara yol açabilir. Dolayısıyla artık süreç, Sayın Öcalan açısından da ikinci bir aşamaya evrilmek durumunda. Bunu ifade ediyor.
 
 Nedir o ikinci aşama dediğiniz durum?
 
İkinci aşama entegrasyon meselesidir. Entegrasyon süreci biraz ikinci aşama olarak tanımlanabilir.
 
 Öcalan'ın 26 yıl sonraki görüntülü mesajında da "demokratik entegrasyon" vurgusu vardı. Birçok çevre bunu "asimilasyon" olarak yansıtmaya çalıştı. Öcalan 'demokratik entegrasyon'dan ne kastediyor?
 
 Demokratik entegrasyon, barış sürecinin demokratik toplum süreciyle buluşması aşamasıdır. Topluluğun haklarıyla bir sisteme katılımını ifade eder. Temel iki kavram hukuk ve saygıdır.
 
Entegrasyonu, barış sürecinin demokratik toplum süreciyle buluşma aşaması olarak tanımlayabiliriz. Burada, entegrasyon kavramını ne asimilasyon olarak ne de o liberal teorideki entegrasyon kavramı olarak kullanmadığına dikkat etmek gerekir. Zaten asimilasyonist politika zehirleyici bir siyasettir, toksiktir. Asimilasyon bir nevi zehirdir. Fakat bu zehrin panzehiri de ayrılıkçılık değildir. Asimilasyonculuğun karşısına, bunun panzehiri olarak ayrılıkçılığı koyamazsınız. O da daha fazla fanatize eder ve tam tersi, daha fazla çelişkiyi derinleştirir. Entegrasyon meselesi asimilasyonla alakası olmadığı gibi, herhangi bir yapının, kütlenin veya kurumun içinde erimek anlamına da gelmiyor. Tam tersine demokratik entegrasyon farkını ortaya koyar. O da şudur; sadece bireylerin gelip katılabildiği bir sistemi ifade etmez. Entegre oldukları bir liberal haklarla örülü bir sistemden ibaret değildir. Demokratik entegrasyon, bir bütün olarak topluluğun bir sisteme katılımını, topluluğun haklarıyla bir sisteme katılımını ifade eder. Kürtlerin bütüncül olarak hukuka ve cumhuriyete dahli sürecidir demokratik entegrasyon. Bunu böyle tarif edebiliriz. Buradaki temel iki kavram da hukuk ve saygıdır. Hukuk ve saygı isteriz. Bu entegrasyon sürecinin gerçekleşmesi, stratejik ve taktik bir bütünlük de gerektirir. Daha somuta indirgersek, bunun esasen iki boyuttan ibaret olduğunu düşünmemiz gerekir. Biraz daha sınırlı olan boyutu, entegrasyonun özellikle çatışmanın sonlandırılması ve barış süreci dediğimiz aşamanın nihayete kavuşturulmasıdır.
 
 Politik nedenlerden kaynaklı "hukuk dışına" çıkmış olanlar da bu sürece dahil mi?
 
Siyasi sebeplerle "hukuk dışına" çıkmış olan Kürtlerin hukuk sürecine dahil edilmesi gerekir. Buna elbette dağdakiler de dahildir. Avrupa'daki mültecileşen Kürtler de dahildir. Cezaevindekiler de dahildir. Herhangi bir sebeple hukuksal olarak bu sistemle veya politik olarak sorun yaşayan Kürtler ve muhalifler de dahildir.
 
 Bunun gerçekleşme için hangi adımlara ihtiyaç var?
 
Bunu gerçekleştirmek için bazı ara dönem yasalarına ihtiyaç vardır. Buna “ara dönem yasaları” da diyebiliriz, “geçiş dönemi yasaları” da diyebiliriz. Kapsamı, çapı ve çerçevesi tartışılabilir. Komisyonda da tartışılır. Konunun doğrudan muhatapları olan aktörlerle tartışılır. Sayın Öcalan olmak üzere; onun bu konudaki fikir, tartışma ve görüşünü almak gerekir. Ki komisyonun gerçekleştireceği ziyaretin en önemli parçalarından birini bu oluşturur. Bunun üzerine yapacağı değerlendirmeler oluşturur. Ama bu bir boyutudur.
 
Bununla birlikte Sayın Öcalan'ın geliştirdiği sürecin bir dönüştürme ve demokratize eden bir yönü var. Biz buna "demokratik toplum" diyoruz. Demokratik toplum sadece Kürt demokratizasyonundan ibaret değildir, demokratik toplumun bütün toplumlara örnek olan bir yönü vardır. Bir de birlikte yaşayacağı devleti de demokratize etme yönünde bir iddiası vardır. Demokratik entegrasyonun bu ikinci boyutunu da bence bu kapsamda düşünmeliyiz. Demokratik siyaset ve demokratik toplum alanının oluşmasını gerektirir. Bunun örneği nelerdir? Bir kere sınırsız bir ifade özgürlüğü alanının oluşması gerekir. İnsanların siyasal, sosyal, kültürel ve kimliksel gerçekliklerini ifade etme noktasında herhangi bir kısıtlamanın gelişmemesi gerekir. Bu ifade özgürlüğü alanının sınırsız olması gerekir.
 İnsanların siyasal, sosyal, kültürel ve kimliksel gerçekliklerini ifade etme noktasında herhangi bir kısıtlamanın gelişmemesi gerekir. İfade özgürlüğü alanının sınırsız olması gerekir.
 
Sayın Öcalan, bunu, ilk görüşmelerde 3 kimlik olarak ifade etmişti. İdeolojik kimlik, etnik aidiyet kimliği ve dinsel kimlik. Bu 3 kimliğin ifadesi noktasında herhangi bir sınırlamanın olmaması gerekir. Diğer yönüyle yerel yönetimler, seçimle gelenin yine seçimle gitmesi, demokratik yollarla gelenin demokratik yollarla gitmesi konusunda herhangi bir tartışma unsurunun kalmaması gerekir. Hakeza siyasetin üzerinde hukuk kılıcının sallanmaması gerekir. Kapatma davaları, siyasi parti davaları, siyasi partileri sınırlandıran operasyonlar...
 
Burada demokratik siyaset alanının çerçevesini çizmeye çalışıyoruz biraz. Ama bunlar aslında ilk örnekler, demokratizasyonun gerçekleşmesi adına ilk adımları ifade eder ve topluma, demokrasiye alan tanıyacak, bunun hukuksal güvencelerini oluşturacak bir durumun ortaya çıkması gerekiyor. Bu şekilde demokratik entegrasyon süreci belirli bir yöne doğru evrilir ve bu öyle belirli bir topluluğa, belirli bir kesime özgü bir şey de değildir.
 
İlk 10 aylık süreçte Kürt demokratizasyonu, Kürtleri demokratik siyasete doğru yönlendirme yönünde çok ciddi bir müdahale oldu. Sayın Öcalan, bu ikinci aşamayla birlikte devleti ve Türkiye siyasetini de demokratize etmek istiyor.
 
 Bazı kesimler, devlet ya da iktidarın herhangi bir adım atmamasından kaynaklı, devletin süreci sonlandırmasından duyduğu kaygıdan kaynaklı endişeli. Öcalan ise tüm kesimlerin katılımına önemle vurgu yapıyor. Tüm kesimlerin dahili nasıl sağlanabilir?
 
Ben bu barış sürecine katılım meselesinin bu tip şartlara ya da bu tip etkenlere bağlanmasını çok doğru bulmuyorum. Çünkü barış, dünyanın her yerinde çok fanatize olmamış, çok ırkçı olmamış ve doğrudan kandan beslenme mekaniğine kendini kaptırmamış kesimler dışında toplumun çok geniş yüzdelerinin ortak talebidir. Ortak iradesidir, ortak istemidir ve bu ideolojik ve politik sınırlarla çizilemez. Barış istemek için illa sosyalist olmak gerekmez ya da sosyal demokrat olmak gerekmez. Müslümanın da arzusudur barış. Milliyetçinin de arzusudur barış. Atatürkçünün de arzusudur barış. Demokratın da arzusudur, liberalin de arzusudur. Şimdi bunu herhangi bir şarta bağlamamak gerekir. 'Hükümet yeterince bu konuda istekli ya da ön açıcı davranmıyor, dolayısıyla biz de biraz temkinli davranalım' tutumu bence çok kabul edilebilir bir tutum değildir. Barışa sahip çıkmak herkese kazandırır. Hepimize kazandırır. Aksi sonuç hepimize kaybettirir. 40-50 yıllık savaş, yaşanan acılar, ölümler, bunun ekonomik maliyeti hepimizin ortak bedeli değil miydi? Hepimizin ortak olarak katlandığı şeyler değil miydi? Şimdi bunun sonlandırılması ve bunun aşılması hepimizin ortak kazanımı olacaktır.
 
 Barış talebinin yükseltilmesiyle mi sonuç alınabileceğini söylüyorsunuz?
 
Barış çığlığının ortaya çıkmasını engelleyen herhangi bir devlet ya da hükümet tutumu olduğunu düşünmüyorum. Bunun önünde herhangi bir engel yok. Hatta tam tersi, ortaya çıkması gerekir. Bunun kendisini ortaya koyması gerekir. Çünkü toplumsal hayat böyle bir şeydir. Bazen toplumsal hayatta öyle güçlü rüzgarlar eser ki siyaseti de önüne katar ve götürür. Siyaseti de buna dahil eder. Siyaset bu rüzgara yetişmek ihtiyacı hisseder. Barış böyle bir şeydir. Biz barış talebini yükselteceğiz ki buna istekli olan, buna yarı istekli olan ya da bu konuda endişeleri ve kaygıları olan siyasiler de bu güçlü talep karşısında tavırsız kalamayacaklar. Buna dair yaklaşılması gereken tutum budur bence.
 
 Demokratik adımların atılmasının beklendiği bu süreçte CHP’li belediyelere operasyonlar oluyor. Demokratik siyasete dönük saldırıların sürdüğü bir ortamda Kürt sorununun çözülmesi mümkün mü? Bu operasyonların hedefi nedir?
 
Bu dönemin ruhuna, bu dönemin ihtiyacımız olan kapsayıcılığına denk düşmeyen adımlar. Bunu açık bir biçimde ifade etmek durumundayız. Bir siyasi partiyi şu ya da bu sebeple bu derece kriminalize etmeye çalışmak ya da işte kayyum gibi böyle uygulamalara tevessül etmek, barış sürecinin parçası olarak görülebilecek şeyler değil. Ama burada şuna dikkat etmek gerekir: Bu tip süreçlerde bu tip hamleler dönem dönem gelişiyor, gelişebiliyor. Örneğin bununla ya da bu gerçeklik nasıl aşılabilir? Şimdi bir siyasi partinin hedef haline gelmesi Türkiye'de ilk kez karşılaşılan bir şey mi? Kürtlerin siyasi parti geleneği bunu iyi bilir. Kayyım uygulaması Türkiye'de ilk kez karşılaşılan bir şey mi? Defalarca kez oldu. Hatta ben size bir anekdot anlatayım. Normalde Sayın Öcalan'ın 27 Şubat'ta yapacağı açıklamanın asıl planlanan tarihi 15 Şubat'tı. Bir nevi o güne yapılacak bir atıfla birlikte planlama ve hazırlık buna göre yürürken, daha sonrasında kendisinin bir talebi oldu bizden. "Bu açıklamayı yapmadan önce Federe Kürdistan Bölgesi'ndeki KDP, YNK, onların da o yapıların da görüşlerini almak istiyorum" şeklinde. Dolayısıyla hemen heyet bir planlama yaptı. İşte bir ziyaret, o partilerle bir görüşme takvimi planlandı ve 15 Şubat'taki açıklama bu ziyaretin nedeniyle biraz ötelendi.
 Denenmeyen yol barıştır. Tüm kesimlerin sürece dahil olması ve sürecin arkasında durması kazanç sağlayacaktır. Sayın Özel de bu gerçekliğin farkında ve bu son derece önemli.
 
Tam 15 Şubat'ta biz Diyarbakır'dan yola çıkmış, Erbil'e doğru gidiyorduk. Yoldayken 15 Şubat sabahı Van'a kayyım atandı. Yetkililer bilmiyor mu o açıklamanın aslında 15 Şubat'a planlandığını, 15 Şubat'ın böylesi bir anlamının olduğunu? Tam olarak o gün Van'a kayyım atandı. O gün bizim içimizde de yoğun bir tartışma oldu. İşte bu ziyarete devam etmeli miyiz? Etmemiz gerekir mi? Yoksa yarıda mı kesmeliyiz şeklinde. Bunların kolayca bir tutum olduğuna kanaat getirdik. Her türlü baskıcı uygulamaya karşı insanların demokratik direnme hakkı kutsaldır, saygındır. Buna hiçbir diyeceğim yoktur. Bu tip uygulamaları ya da kayyım uygulamalarını aşmanın en temel yolu, bu süreci geliştirmekten geçer. Bu süreci başarıya ulaştırmaktan geçer. O yüzden biz bu yola ve bu sürece devam etmek zorundayız.
 
Karşılıklı meseleyi horoz dövüşüne dönüştürerek, karşı tarafı daha fazla irite ederek çözmek, Türkiye şartlarında mümkün olmuyor. Burada, demokratik tepkiyi ve demokratik ifade hakkını kesinlikle kutsal ve saygın gördüğümü not düşmek isterim. Türkiye şartlarında bunu horoz dövüşüne dönüştürmek çözmüyor. Bizim genel bir özgürleştirme ve demokratikleşme ilkesine ihtiyacımız var. Bu konuda bir hemfikirliğe ulaşmamız gerekiyor. Mevcut süreç buna da vesile olabilir. Geri kalan yollar aşağı yukarı denenmiştir. Denenmeyen yol barıştır. Denenmeyen yol Kürt demokratizasyonunu Türkiye'nin demokratikleşmesine barış yoluyla kanalize etmektir. Dolayısıyla, bu süreçte muzdarip olan tüm kesimlerin sürece dahil olması ve sürecin arkasında durması, kazanç sağlayacak bir ilke oluşturacaktır. CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel'in de bu gerçekliğin farkında olduğunu biliyoruz. Buna rağmen hem komisyonda hem de bu sürecin  içinde bulunmasının, CHP'nin onun vesilesiyle bu sürece dahil olmasının son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
 
 "Umut hakkı" çok gündemde. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bugün başlayan toplantında bu konuyu da gündemine alacak. Bahçeli'nin de bu yönlü açıklamaları vardı. Komiteden nasıl bir ara karar bekliyorsunuz?
 
Uzun süredir bunun üstünde düşünüyorken şöyle bir şey fark ettim. Sayın Öcalan görüşmelerde bu "umut hakkı" meselesinden bahsederken genellikle "umut ilkesi" kavramını kullanıyor. Biz hep "umut hakkı" kavramı derken, o bunu "umut ilkesi" olarak ifade ediyor. İşte "umut ilkesi"nin uygulanma koşulları. Bunun üzerine biraz düşündüm aslında. Bu önemli bir fark ve önemli bir yaklaşım. Hiçbir zaman verili olanı olduğu gibi almamakla da ilgili bir şey. Verili olanı kendi süzgecinden, kendi siyasi ve toplumsal duruş süzgecinden geçirerek isimlendirme boyutu da var.
 
Hak ile ilke arasında çok büyük bir fark olduğu için değil. Fakat hak biraz daha liberal. Daha fazla kişiselleştirilmiş, bireyselleştirilmiş bir duruma tekabül eder. Aslında bir kişiye uygulanması gereken bir hak. İşte yaşam hakkı gibi. Benim yaşam hakkım var, senin yaşam hakkın var gibi. Ya da işte benim kötü muamele görmeme hakkım var. Fakat "ilke" başka bir şeydir. "İlke" herkes için geçerli olan, herkes için istisnasız geçerli olan bir durumu ifade eder
 Biz "umut hakkı" derken, Öcalan "umut ilkesi" diyor. "İlke" herkes için geçerli olan bir durumu ifade eder. Sürecin nihayetinde buna bağlanması şarttır.
 
"Umut hakkı" ya da "umut ilkesi" dediğimiz mesele de sadece Sayın Öcalan'a özgü, sadece ona uygulanacak genel geçer bir durumdan ibaret değildir. Herkes için geçerli bir ilkedir ve herkes için uygulandığında kazandıracak bir ilkedir. Meseleye buradan bakmak gerekir. “Benim bireysel özgürlüğüm değil, toplumsal özgürlük” dediğinde de kastettiği kendi kişisel özgürlük şartlarından vazgeçmekle ilgili değil. O, kendi özgürlüğünün aynı zamanda toplumsal özgürlüklerle ne kadar iç içe olduğunu ifade eden önemli bir yaklaşım. Şimdi bu meselede de kuşkusuz bu sürecin belli aşamalarının olacağını, belli periyotlarla gerçekleşeceğini biliyoruz. Fakat bu sürecin nihayetinde buna bağlanması şarttır. "Umut hakkı" komitede konuşulacak. Komite bir yasa tasarısı hazırlayacak, oylamaya sunacak ve çıkaracak.
 
Fakat buradaki asıl mesele Türkiye'nin buna yaklaşımının ne olacağıdır. Bugüne kadar olduğu gibi bunu reddeden ya da bunu görmezden gelen bir tutum geliştirmek yerine, buna hukuki bir çerçeve çizebilir. Bu hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa itibariyle hukuksal olarak bağlayıcı bir karardır, hem insani olarak gerekli bir karardır, hem de siyaseten bu sürecin önünü açacak bir karardır. "Umut ilkesi"nin uygulanması, bunun hayata geçirilmesi, eski tutumu aşarak yeni bir yaklaşımın bu konuda da geliştirilmesinin hepimize kazandıracağını düşünüyorum.
 
MA / Selman Güzelyüz - Fırat Can Arslan